ÎMAN ve İSLÂM

بسم الله الرحمن الرحيم
Tıkla>>İMAN ve İSLAM

BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

ALİ ŞERİATİ SAPIKLIĞI

Ali Şeriati Kimdir?

SAPKIN Şİİ, ŞAŞKIN SOSYALİST, SAHTE DEVRİMCİ ALİ ŞERİATİ
Ercan Çiftçi Furkan Dergisi 20 Mart 2017 1 Yorum
Ali Şeriati üzerine çok yazıldı, çok çizildi. Söyleyenler gitti, söylenenler unutuldu, dinleyenler değişti. Hastalık yeniden nüksetmeye başladı. Ali Şeriati üzerinden yayılan- yaygınlaştırılan fitne ve fesat, kanser mikrobu gibi -bilhassa genç beyinleri- yeniden sarmaya başladı. Kemalizm’in dumura uğrattığı sahte İslâmcılar’ın istismar ettiği, emperyalizme karşı mücadele edenlerin ise “fikirsizlik ve çapsızlık”ları sebebi ile bunalttığı gençlik kendini bazen cellâdının eline teslim edebiliyor. Hatta daha ötesi uyuşturucu bağımlısı gibi “yanlış olduğunu bile bile” kendisini bir felâketin, fecaatin içerisine atabiliyor.

Ali Şeriati!.. 23 Kasım 1933 İran Horasan doğumlu. Babasından eğitimli, iyi derecede Arabça bilgisi var. Aynı zamanda Cezayir Kurtuluş Hareketi’ne bilfiil katılımcı olarak destek verdiği söylenmekte. Şiî anlayışı sosyalizmle yoğuran ve ortaya garib bir terkib çıkmasına vesile olan, Fransız Sosyalisti diyebileceğimiz bu zat Rıza Pehlevi hükümetini rahatsız eden çalışmalarından dolayı sığındığı İngiltere’de İran istihbaratı tarafından öldürülür. Eserlerinin neredeyse tamamı Türkçe’ye çevrilen Ali Şeriati, dini anlamda ilmi birikimi olmayan, sosyolog diye tâbir edebileceğimiz bir yazardır. Elbette işin bu kısmı bizce hiç mühim değildir ancak, onun bu yönü göz ardı edilip bir siyer âlimi, bir fakih yahut kendisinden ilim tedrisat edilecek “müçtehid”, “müderris” gibi pazarlanması ve bir cazibe merkezi hâline getirilmesi karşısında hem bu ifadeler kullanıldı hem de bu yazı kaleme alındı.

EY BU FECAATE SUSANLAR
SİZ KİMDEN TARAFSINIZ?
HAZRETİ OSMAN’DAN MI YOKSA ALİ ŞERİATİ’DEN Mİ?

Başın başında temel ölçümüz; Ehli Kıble tekfir edilemez. Bu ölçü nisbetinde duruşumuz “hakikate teslim”den ibaret. Ancak, İslâm’da yani Ehli Sünnet’te “Kimlere kâfir denir, ne gibi işler ve sözler küfür mânâsı taşır, mü’min kime denir?” bellidir. Hâl böyle olunca şurası net olarak bilinmeli ki, İslâm’ın kâfir addettiği kimseler hariç tutulmak kaydıyla biz kimseyi tekfir edici değiliz. Hele hele bu mânâda bedahet ifade etmeyen yani apaçıklık belirtmeyen söz ve fiil sahiblerine KÂFİR hükmü ile yaklaşmayı bir cinayet olarak görürüz. Bunu hemen başta belirtmemizin iki taraflı faydası olacaktır: “Kim kimi tekfir ediyor?” hatta “Kim kimleri tekfir ediyor?” objektif olarak açığa çıkmalıdır. Bir mü’mine kâfir denir mi? Hele hele bu mü’min bir sahabe ise. Varın cinayeti siz hesab edin. “Falan kâfir” hükmü eğer muhatabında yoksa bumerang gibi gelir onu bulur.

Sahabe-i Kirâm, Allah Resulü’nün “gökteki yıldızlar” diye övdüğü muhteşem kadro. Hazreti Osman Radıyallahu Anhum bu kadroda üstünlük derecesi olarak Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer’den sonra üçüncü sırada. Ayrıca Allah Resûlü’ne damat olmakla bir başka övgüye lâyık, edeb ve hayâda öncü. Adil bir Halife… Hakikat böyle iken ve tarihi vesikalar hâlinde bu isbatlı iken Ali Şeriati, Hazreti Osman’a ve onun temsil ettiği mânâya kinini kusmaktan geri kalmıyor.

Ali Şeriati, Hazreti Osman’ı Allah Resûlü’nün davasını yıkmakla itham ediyor yani bir çeşit tekfir ediyor: “Ömer de gitti ve Osman, bu yetersiz, ama mukaddes görünüşlü yaşlı adam yönetim işlerinin dizginini ele aldı. İslâm yönetiminin temellerindeki sarsıntı o kadar şiddetli oldu ki Muhammed’in yapısı tümüyle yıkıldı.” (A. Şeriati, Ebuzer, s.18) Bazı sahabelere ‘kurtçuk’ diyecek kadar alçalan bu çukur Şiî sapkının Ashaba hakaret dolu sözleri: “Takva ve hakikat örneği Ali köşeye çekilmişti, İslâm düşmanları hilafet sistemine yol bulmuş, kurtçuklar gibi İslâm-ı kemiriyorlardı.” (A. Şeriati, Ebuzer, s.18)

Ölçüyü pratikleştirmeye gerek var mı bilmiyorum ama yine de mesele anlaşılsın diye mahyalaştıralım; Hazreti Osman’a Radıyallahu Anhum “Kâfir diyenin, İslâm düşmanı” diyenin kendi kâfir kendi İslâm düşmanıdır.

Hazreti Osman’a hakaret etmekte hızını alamayan Şeriati adlı sosyalist Şiî kırması günümüz kapitalizmini, dünyayı talan ve yağma eden emperyalizmi ve onların savunucularını getirip Hazreti Osman’la ve Sahabelerin kurduğu İSLÂM DEVLETİ ile özdeşleştiriyor. Alçak Şeriati birde bu iddialarını devrimci-antikapitalist mantıkla vererek ucuz diyalektikle adam avlamaya çalışıyor. İşte o satırlar: “Çünkü bu, Ali’nin İslâm’ı değildir. Gitmesi gereken Osman’ın İslâm’ıdır; bir makinesi de olan Osman’ın İslâm’ı. Makinesi ve arabası olan, talan eden, tüm dünyanın kaynaklarını yağmalayan, üstelik ilmi de olan bir Abdurrahman’ın İslâm’ı…” (A. Şeriati, Kendini Devrimci Yetiştirmek, s.42)

Ve benzeri birçok söz… “Osman’ın rejimi İslâm’a musallat olunca; (…) İslâm topraklarını baştan sona Osman’a karşı harekete geçirecek bir kıyam” (A. Şeriati, Ebuzer, s.19) “Osman’ı yaşayan kimse Ebu Zer için gözyaşı dökse de, bu Şia’nın dışındadır. Muhammedi imanı olduğunu iddia edip Ebu Süfyanımsı yaşayan kimse de sınırın dışındadır. Uhud’un öteki tarafındadır. Hendek’in öteki tarafındadır. Aslında hendeği yeniden kazmak gerekir.” (A.Şeriati, Kur’an’a Bakış, s.13)

Bedir Ashabı’ndan sahabenin bir kısmına yağmacı diyor: “Nasıl savaşacaktı? İntikam savaşına hazırlanmış, din ve dünyalarını tehdit eden tehlikeyi ortadan kaldırmaya karar vermiş 1000 süvarili bir orduya karşı, çoğu ganimet ümidi ve yağma için yola çıkmış olan ve üç dört kişiye bir binek düşen bir orduyla mı?” (A.Şeriati, Muhammed Kimdir, s.146)

Sahabe mevzuunda hüküm açık ve net… Allah Resulü buyurdu ki: “Allah Allah!.. Aman Ashabım hakkında söz söylemekten sakının! Zinhâr, benden sonra onları hedef almayın! Onları seven, beni sevdiği için sever; onlara buğzeden, bana buğzettiği için buğzeder. Onlara eziyet veren, bana eziyet vermiş, bana eziyet verense Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet vereni de, Allah hemen cezalandırır.” (Tirmizi, Menâkıb, 58, Ahmed b. Hanbel, El Müsned, 5/57)

Ali Şeriati’ye “sosyalist” dememiz bir iddia değil bilakis Şeriati’nin kendi kendini ifade ederken yahut tanımlarken kullandığı bir kimliktir, ideolojidir. Hatta sadece kendini değil Sahabe’den Hazreti Ebuzer’i Radıyallahu Anhum bile sosyalist ilan edecek kadar fanatiktir ve hatta diyalektik Materyalizmin öncülerinden ve Komünist Manifesto’nun yazarlarından Karl Marx’la Hazreti Ebuzer’i aynı göstermeye kalkışıyor ki, rezalet dehşet çapta.

Şeriati’nin bu alçakça sözlerini okuduğunu anlamayan sahtekârların ve güya Sünni olup Şiîlik davası güden zevatın yüzüne çarpmak istiyorum:

“Ebuzer’in mahrum ve çaresiz sınıf lehine o günün toplumunda yükselttiği çabucak kesilen bu ses, bin yıl sonra yani 18. ve 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan ve kıvılcımları bütün halkların eteğini saran muazzam bir yanardağın ilk kükremesiydi.

Bu yanardağ şimdilik biraz dinmişse de henüz sönmemiştir ve öyle çabucak da sönmeyecektir. Sonraları büyük Fransız Devrimi’nin ardından farklı ekonomik ekoller şeklinde tüm dünyaya yayılan bu büyük yanardağın ilk kıvılcımları Ebuzer’in yiğit boğazından çıktı. Ne var ki Osman’ın sistemi onu geniş Rebeze çölünde söndürmeyi başardı.

Aristokratlar ve sermayeciler, mahrumların önderi ve ezilenlerin savunucusu Ebuzer’in ölümüyle, bu sınıfın tehdit edici tehlikesinin sonsuza kadar ortadan kalktığını sanıyorlardı. Ancak son ekonomik devrimler Osman’ın rejiminin mi yoksa Ebuzer’in sosyalizminin mi kazandığını ispatladı.

Yeni sosyalistler diyorlar ki:
Dünya sosyalist olmalıdır
Ki yaşanmaya lâyık olsun
Yağmacılık, haydutluk, aristokratlık
Kaybolsun, mahvolsun, yok olsun!

Biz de bu düşünce tarzını Ebuzer’in bütün hayatında açıkça görüyoruz. Eğer sosyalizmin sloganı: “Herkesten yeteneğine göre ve herkese emeğine göre” ise, biz bunu on üç yüzyıl önce Ebuzer’in yiğitçe mücadelesinde daha görkemli bir şekilde müşahede ediyoruz.” (Ali Şeriati, Ebuzer, s.20)

Şeriati’nin savunduğu sosyalizm nedir? Bakalım:

Sosyalizm tatbik sahasına çıktığından beridir kan, gözyaşı ve açlıktan başka bir şey verememiş ve sözde ezilenlerin hakkını savunma refleksi ile hareket ederken sömürgeci kapitalist sermayenin karşısına benzer bir sömürgeci anlayışı getirmiştir. Lenin, Stalin, Mao gibi pratisyenleri ile cemiyet sahasında etkin bir güç hâline getirilmeye çalışılmış ve bayraklaştırdığı “Din afyondur.”, “Üretim araçları dâhil bütün mülkiyet ve sermaye devletindir, şahsi sermaye yoktur.” tezini girdiği bütün topraklarda ve bedenlerde yaymaya çalışmıştır. Maddeci bir anlayış, komünal parti iktidarına itikat ve sosyalizmin ilkelerine iman temel unsurlardandır. Sosyalizmin tenkid edilmediği bir bakış açısıyla bakacak olursak: Sosyalizm, sosyal ve ekonomik alanda toplumsal refahı devlet kararlarının getireceğini ve üretim araçlarının hâkimiyetinin toplumlara ait olduğunu savunan, işçilerin yönetime katılmalarına ağırlık veren, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran ekonomik ve siyasi teori.

Sosyalizm’e dair bu ifadelerden sonra gelelim Ali Şeriati’nin sosyalizmine. Şeriati diyor: “Bu bakımdan, kişisel iş ile üretilememiş olan, Allah’ın yarattığı doğal kaynaklar ve madenlerin genel mülkiyeti vardır. Dolayısıyla mülkiyet yalnızca iş temelinde gerçekleşir ve yalnızca çalışan insanlar mülkiyete hak kazanırlar. Bu nedenle, esasen, işin hizmete sokulması için sermaye üzerine mülkiyet olmasının bir anlamı yoktur. Mülkiyet bu şekilde, insanın kendi kazandığı üzerindeki hakkı anlamına gelmektedir. Şu halde mülkiyet sahibi işçidir.” (A. Şeriati, İslâm Ekonomisi, s.143)

Hemen burada cevab vermek icab eder ama bu defa her paragrafta benzer ifadeler kullanılmak zorunda kalınabilir diye Şeriati’nin, İslâm’ı aşağıladığı ve Allah tarafından korunduğunu, tüm çağların ve beşeri düşüncelerin üstünde olduğunu unuttuğu yahut umursamadığı bir ifadesini paylaşalım: “… Bir kimse İslâm Bilim’i yirminci yüzyılda ve İslâm’ı, yirminci yüzyıl kafasına hâkim bütün ideolojilerin ve düşüncelerin üzerinde bir anlayışla kavrayabilir. Yirminci yüzyıl ideolojilerinden geride kalmış bir İslâm, gidicidir. Bilimden, ideolojiden, sosyalizmden, bilimsel tarih felsefesinden ve egzistansiyalizmden aşağı bir İslâm, gidicidir ve muhafaza etmek mümkün değildir.” (A. Şeriati, İslâm Nedir- Muhammed Kimdir)

Ve sapkınlığın zirvesi maddeci kafa… İslâm’ı -Marksist diyalektikteki gibi- maddeye indirgiyor: “İslam dini, bir dünya görüşü ve ekonomik asaletten oluşan güçlü bir alt yapıya sahibtir. Ekonomik asalete de sahib olan bu alt yapının, Batı’daki alt yapılardan farkı nedir? Farkı şudur: İslâm’da ekonomi bir araçtır, asıl hedef insanın eğitilip tekâmüle ulaştırılmasıdır. İslâm’da Allah maddi ve tabii olgularda aranır. Ahlâk, olgunluk ve tekâmül, sadece ekonomik servet ve güç sahibi olan toplumlarda bulunabilir. Bu, benim savunduğum görüştür. Bundan dolayı ben, İslâm’ın materyale (maddeye) dayanan bir idealizm olduğunu söylüyorum.” (A.Şeriati, Kapitalizm, s.74)

Bu mantıkla Lenin, Stalin yahut Abdullah Öcalan ile Ali Şeriati arasında fark yoktur ve yine PKK’nın gayesi ile Ali Şeriati’nin gayesi arasında bir değişiklik söz konusu değildir. Birbirlerinden farklı görünse de, farklı yollar kullansa da her ikisi de gaye noktasında birdirler; sosyalizm ve maddecilik.

DİN CAHİLİ, FANATİK ŞİÎ, AHMAK YAZAR
Hac!.. İslâm’ın temel şartlarından ve varlıklı olanların yapması kat’i farz. Kâbe ve civarındaki ibadet için emir buyurulan, belli vakti ve usûlü olan, Allah’ın rızasını kazanmaya dönük bir ibadet. Peki Ali Şeriat’i ne diyor:          “Nihayet Müslümanlar arasında her yıl tekrar edilen en çirkin ve en mantıksız eylem olarak görülen hac!”
(A. Şeriatı, Hac, s.16) 
     Elhamdülillah!.. Müslümanlar arasında hiç kimse Ali Şeriati’nin baktığı gibi bakmıyor. Tabiî ki Şeriati bununla kalmıyor başka bir eserinde de şunu ekliyor: “Kâbe etrafında yapılan tavaf da bir cahiliye geleneği, hatta putperestlerden kalma bir dinî törendir.” (A.Şeriati, Muhammed Kimdir, s.114)

Bu hususta açık âyeti kerîme var mâlûmunuz: “Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt’i Atik’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler” (Hac sûresi, 29. âyet-i kerîme.)

Şeriati’nin kafası çok fazla karışık… Sosyalizm, Şiî düşüncesi, Ehli Sünnet düşmanlığı, Fars ırkçılığı ve Batı tarzı fikir üretme düşkünlüğü onu bazen çok ciddi saçmalamaya götürebiliyor. Misâl: Yunan Mitolojisinin sembolize ettiği ve ikiyüzlü bir put olan Janus’u, İslâm inancının kastettiği ALLAH ile aynı değerlendiriyor. Evet, o diyor: “Allah gerçek bir Janus’tur.” (A.Şeriati, Muhammed Kimdir, s.573)

Bazen akıl denen mefhumu bile iflas ettirecek şu beyanlarda bulunur: “Görünmez bir duvar Meş’ar’ı Mina’dan ayırmaktadır. Bu çelik duvarı dünyada yıkabilecek hiçbir güç yoktur. İbrahim ve Muhammed dahi yıkamaz.” (A. Şeriatı, Hac, s.119). Sanki Hazreti İbrahim ve Peygamberimizin böyle bir vazifesi yahut o yöne hamlesi varmış gibi. Yahut daha açık yazalım, sanki bahsi geçen zatlar yeryüzünde Allah’a meydan okuyan kişilermiş gibi, “Onlar bile yıkamaz.” deniliyor. Bin bir türlü şenaat ve pislik iç içe.

Kuru akıl belasına mübtelâ olununca ne tutunacak dal kalıyor ne de bir fikir. Kendi kendini iflas ettiriyor. Hazreti Âdem’den önce insan olduğunu iddia etmek gibi. Hatırlarsanız M. İslamoğlu adlı özne, Hazreti Âdem’in babası olduğunu iddia etmiş, millet tepki gösterince bir müddet ortada görünmemeyi seçmişti. Kendisi sıkı bir Ali Şeriati hayranıdır. Bazı yerlerde temkinli davranmak gerektiğini söylemiştir takibçilerine ama Ali Şeriati’nin şu sözüne değil herhalde. Çünkü İslamoğlu Hazreti Âdem’in babası vardır derken Ali Şeriati’yle bazı noktalarda mutabık düşüyor. Şöyle ki!.. Şeriati diyor: “Melekler hemen “Yine yeryüzünde kin güdüp intikam peşinde koşacak, kan akıtacak birini mi yaratmak istiyorsun?” diyerek kıyameti koparıyorlar. (Çünkü Âdem’den önce de tıpkı bugünün insanları gibi cinayet işleyen, kan döken, günah işleyen diğer insanlar vardı. Bunun için hemen ardından melekler Allah’a, tekrar yeryüzünde yeni bir insan yaratınca, orada insanlar için yeni bir “dönem”i başlatmaya karar verince, bunun insanı tekrar kan dökmeye, günah işlemeye yönelteceğini hatırlatıyorlar.) Buna karşılık Allah buyuruyor ki: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” Daha sonra Allah hemen Âdem’i yaratmaya koyuluyor.” (A. Şeriati, İnsan, s.16)

Tabi Şeriati’nin saçmalıkları bunlarla sınırlı değil. Bakın “İnsan” adlı kitabında Hazreti Âdem’den bahsederken ne diyor: “Nihayet bu yaratık, bir yaratıcı oluyor. (…) Âdem’in Rabbine karşı yasak duvarını yıkarak başlattığı isyan…” (İnsan, s.29)

Ali Şeriati’yi anlatırken onun mühim bir Darwin hayranı olduğunu anmadan geçmek olmaz. Ve üstelik bunu “İslâm Nedir? Muhammed Kimdir?” kitabında açık açık söyler. Az önce dedik ya beyin yakan bir mantık yürütme şimdiki zihinleri iflas ettiren bir hâdise. Önce kısa bir bilgi verelim. Aslen Yahudi olan Charles Darwin İngiliz biyolog ve tabiat tarihçisidir. Genel tezi evrimdir. Evrim, biyolojide canlı türlerinin nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk hâlinden farklı özellikler kazanması sürecidir. Bu teoriye göre hayvanlar, bitkiler ve Dünya’daki diğer tüm canlıların kökeni kendilerinden önce yaşamış türlere dayanır ve ayırt edilebilir farklılıklar, başarılı nesillerde meydana gelmiş genetik değişikliklerin bir sonucudur.

Peki, Şeriati ne diyor: “Son asırlarda birçok insan, evrim kanununu, özellikle “Darvinizm”i dine karşı bir hareket olarak ilan etti. Darvinizm, dine değil, kendisiyle savaşması ve onu mahkûm etmesi nedeniyle dindarlara karşıydı. Bu yüzden Darvinizm, anlatıldığı her yerde din karşıtı bir ekol olarak tanıtıldı. Hatta Müslümanlar dahi onu mürted ilan ettiler. Hâlbuki Darvin, son dönemin en dindar bilim adamlarındandı ve son derece temiz ve yüce bir dinî ruha sahibti. Bundan dolayı Darvinizm din karşıtı bir ekol olamaz. Çünkü hiç kimse Darvinizmi bizzat Darvin’den daha iyi anlayamaz. Eğer din ile böyle bir çelişkisi olsaydı, bu çelişkiyi herkesten önce o kavrardı.” Düzeltelim de neresini düzeltelim. Şu söze bak hele: “Müslümanlar dahi onu mürted ilan ettiler.” Yahu adam Müslüman bile değil nasıl mürted oluyor. Düpedüz kâfir. Kaldı ki, kendi dininden de çıkmış değil! Diğer taraftan evrime iman etmiş gibi “Dinle çelişmiyor” falan, ne biçim ifadeler bunlar.

Ve Fanatik Şiîlik mevzusu… Burada şunu açıklamakta fayda var. Bizim, kendi hâlinde bir Şiî yahut Alevî ile “inançlarını yaşamak” hususunda ve Ehli Sünnet’in inançlarına hakaret ve düşmanlık etmemek, kin gütmemek şartıyla pek sorunumuz yoktur, ayrı düşmeye gerek de yoktur. Yıllarca komşuluk yapmış, bir arada yaşamışız. Bizim derdimiz Fanatik Şiî ile. Başkasını ötekileştiren, hakaret eden, kin güden, düşmanlık peşinde olan Şiî’yle… Ali Şeriati ve onu “Şiî misyonerliği” için kullananlar bu sınıftan. Şeriati diyor: “Aynı yöntemle, İslâm mezhebleri arasında bir karşılaştırma ve değerlendirme yapsak, Şia’nın İslâm içindeki yerinin, tıpkı İslâm’ın dinler arasındaki yeri gibi olduğunu görürüz.” (Ali Şeriatı, Hac, s.13)

“İslâm, düşmanın bile inkâr edemediği şekilde öyle gelişme göstermiştir ki şu anda bizim tam ve gerçek “İslâmi Şiî Ev” örneklerimiz vardır. Bu durum, zirvenin ve kemâlin son noktasıdır.” (Ali Şeriati, Kendini Devrimci Yetiştirmek, s.17)

Fanatikliği o kadar fazladır ki, Ehli Sünnet’in bayraktarlığını yapmış milletlere de saldırmaktan geri durmaz. Şah İsmail’den kalan acıyı yüreğinde taşır gibi fırsat bulunca kinini kusar. Şeriati diyor: “Türkler’in egemen olmasından sonra, düşünce ve din bakımından taassub ve dar görüşlülük şiddetlendi. Toplumsal bakımdan tımar ve zeâmet sisteminin ortaya çıkmasıyla halkın ve özellikle köylülerin sömürülmesi korkunç ve bıktırıcı bir hâl aldı. Bu durum, halka hâkim olan rejimin, siyasette salt kırbaç zoruyla ve işkenceyle, kelle kesme ve göz oyma kuleleriyle yönetimi gerçekleştirmesine; ruhaniyetteyse, başlangıçtan beri “devlet İslâm’ı olan Ehli Sünnet mezhebinin, en geri inançlar, sert ve bağnaz hükümler hâline gelmesine; hâkim olan insanlık dışı durumun açıklanabilmesi ve Gazneli, Selçuklu ve Moğol Türkleri’nin şeytanca rejimlerince uygulanabilmesi için bir araç hâline gelmesine ve halk için zararlı bir maddeye, güç sahiblerinin çıkarlarını, sermayedarların ve tımar sahiblerinin menfaatini tehdit eden her düşünce veya hareket için öldürücü bir araca dönüşmesine neden oldu. Bu yüzden, bu dönemlerde Şia -mutedil ya da aşırı olarak çeşitli biçimlerde ve yönelişlerde- yağmalanmış ve zulüm görmüş kitlelerin kıyamının, başkaldırısının ve savaşımının sembolü oldu.” (A.Şeriati, Ali Şiası-Safevi Şiası, s.16)

PEYGAMBERİMİZE HAKARET EDEN BİR ALÇAK
Okuduğunu anlamak çok önemli… Acayib bir zamanda yaşıyoruz. Neredeyse hiç okuyan yok, okuyanların bir kısmı da okuduğunu ya anlamıyor veya nisbeti olmadığı için değerlendiremiyor. Sonra ortaya binlerce yanlışa sahib, dine, imana, peygambere küfreden bir alçağın kitabı “devrimci” eser diye elden ele dolaşıyor. Neyi deviriyor! Dönüp bakan yok!.. Kolu kangren olmuş hastanın, acı çekmesin diye uyuşturularak kolunun kesilmesi gibi, ciğerimiz sökülüyor, kalbimiz alınıyor, kanımız zehirleniyor ama “uyuşmuş” bir şekilde bakınıyoruz.

Biraz uzunca bir iktibas olacak ama meselenin ehemmiyeti bunu mecbur kılmakta. Allah Resulü’nü susmakla bir nevi hakkı saklamakla itham ediyor, yetmiyor birde akıl veriyor, oda yetmiyor, Hazreti Ali’nin başına gelenleri Hazreti Resûlullah’a attığı “suskunluk” iftirasına bağlıyor. Şeriati alçağı diyor: “Peygamber’in sorumluluğu çok kritik ve önemlidir. Ümmetin liderliğine en kabiliyetli ve büyük bir şahsiyet olan Ali’nin Peygamber tarafından ilan edilmesi, bedevî toplumun ve Arab kabilelerinin birliği ve genç ümmetin varlığının bekâsı için zaruri olan vahdetin bozulmasına sebeb olacaktır. Öte yandan Muhammed, Ali konusunda susarsa, acaba bir hakikati bir maslahat için feda etmiş olmaz mı? Ali’nin siyasî yalnızlığının, Muhammed’in yolundaki sertlik ve tavizsizliğinden başka bir sebebi mi var? Onun her taifeyi acılara boğan ünlü kılıç darbeleri, Muhammed’in emri ve Allah’ın rızasından başka bir şey için mi indirilmiştir? Ali’ye karşı beslenen kinler, Peygamber’in birkaç gün önce Mekke’de dediği gibi, ‘Allah’ın zatı ve Allah yolundaki sertlik’ten. Başka bir şeyi mi gösteriyor?

Muhammed’in Ali hakkındaki suskunluğu, Ali’yi tarihte savunmasız hale getirecektir. Toplumun siyasî şartları, toplumsal yapısı, kabilelerin sınıfsal yapısı, çıkar çevrelerinin teşkilâtlanmış olması, şübhesiz Ali’nin mahrum bırakılmasını sağlayacağı gibi, onun İslâm’daki çehresini ters yüz edip değiştirecektir. Nitekim öyle de oldu.” (A. Şeriati, Muhammed Kimdir, s.147)

Ve aynı eserin diğer sayfalarında: “Abdullah’ın oğlu sadece güvenilir kişidir, başka hiçbir şey değil. Ondan öne çıkan şey ne beyin, ne bilim, ne okul eğitimi, ne sanatçı tabiat, ne filozofça mantık, ne de olağanüstü zekâdır. Onda yalnızca koyu bir vicdandır.” (A. Şeriati, Muhammed Kimdir, s.473) “Özetle, onda vicdan akıldan daha güçlüdür. Beyni ümmî bir Arab erkeğinin beyni kadar basittir.” (A. Şeriati, Muhammed Kimdir, s.474)

Şimdi burada yorum yapmak bile abesle iştigal. Allah’ın “Habibim” dediği zata bu kelimeleri kullanan ve bu kelimeleri kullanan zata muhabbet eden her kim varsa Allah onlara adalet etsin!

Aynı eserden devam: “Muhammed şimdi ekonomik hayat bakımından müreffehtir. Çok çocuklu fakir amcasının evinde sıkıntı çeken yoksul genç şimdi Mekke’nin zenginleri arasında yer alır. Sınıf değiştirmiş emburjuvaze olmuştur.” (A.Şeriati, Muhammed Kimdir, s.147) Yani Şeriati, Allah Resûlü’ne “burjuvalaşmış” diyerek hakaret ediyor.

Adam sosyalist olunca, dil ve diyalektik de ona göre, Peygamberi ifade de ona göre. Emburjuvaze sosyalist literatürde şöyle geçer: “İşçi sınıflarının sanayileşme süreci içinde faydalandıkları sosyal siyasetin tedbirleri ile yukarı doğru içtimaî hareketliliğe ve orta sınıflaşmaya, orta sınıfların hayat tarzına kavuşmaları.”

Ve son bir tane… Allah Resulü’ne “Arab padişahı” demekle kalmıyor, Efendimizin hanımlarına, annelerimize de hakaret ediyor: “Peygamber hanımlarının hoşnutsuzluğunun diğer nedeni, İran hüsrevlerinin, Roma kayserlerinin ve hatta Yemen, Gassan, Hire ve Mısır padişahlarının karılarının görkemli saraylarda yaşayıp dans, şarap, eğlence ve kumarla iç içe olduklarını duymuş olmalarıydı. Hâlbuki bunlar da Arab padişahının karılarıdır ve aylar geçmesine rağmen mutfaklarının bacasından duman tütmemiştir. (A.Şeriati, Muhammed Kimdir, s.508)

NETİCE OLARAK:
Haram tecrübe edilerek öğrenilmez ve pisliğe gerekli zırh giyinilmeden girilmez. Bâtıl’ın içinden bile hakikati süzüp almada usûl vardır. Usûl bilgisi olmadan vara yoğa her esere el atılmaz. Her toprağa her istenilen ekilmediği gibi, her tohum da her toprakta fidelenmez, büyümez, meyve vermez. Mesele şu: Ali Şeriati’nin eserlerinden ilim öğrenilmez, dini anlamda sağlıklı bilgi devşirilemez ve onun öğrettikleri ile değil “devrimci kimlik” insan olarak, Müslüman olarak bile kalınmaz. Nihayetinde Ali Şeriati’ye ilim açısından hoşgörü ile bakmak Allah Resûlüne buğzetmeye, sahabeye hakarete razı olmak demektir. Abarttığımı düşünenler kendilerine şu soruyu yöneltsinler: Ali Şeriati Hazreti Peygamberde “kusur” aramaya kalkar ve “bulduğunu zannedip” bunu anlatırken yüreğiniz sızlamıyor mu? Ali Şeriati sahabeye hakaret eder ve aşağılarken sizi Sahabenin tarafında değil de Ali Şeriati’nin tarafında tutan nefsinizi neden hesaba çekmiyor, kendinizi şöyle bir sorgulamıyorsunuz? Bunları yaptığınız an emin olun mesele hallolacaktır.

KAYNAK : FURKAN DERGİSİ 56.NÜSHA
https://furkandergisi.com/sapkin-sii-saskin-sosyalist-sahte-devrimci-ali-seriati.html

Hiç yorum yok:

9.Haçlı Seferi

İşte ABD ve AB'nin Medeniyeti>>GrenadeGrenadeGrenadeGrenadeGrenadeHıristiyanlık Din değildir,Siyasi ve Tarihi bir oluşumdurBible 2 UydurukItYumurtadan çıktı Big HugKucaklaş Running KucaklaşJeepScreamerDuel GunsZalimProudBible 2

Terk Edilen İslam

Terk Edilen İslam
Gülü Tıkla