Ruh'a (nefs-i natika'ya) gelince; aslında temiz ve Allah'ın emir aleminden olan bu cevher, Allah'a yaklaşmak ve O'na yükselmek ister. Ruh'a başlıca iki özellik verilmiştir: Akıl ve vicdan (basiret veya kalb gözü). Vicdan, ruhun temizlenerek iyiliğe yönelişi, bağlanışı ve Cenab-ı Hakk'ı izleyişi ve bir nev'i O'na bakış yeteneğidir. İman ve ilahi bilgilerde yükselmenin mahalli, ruhun bu yönüdür. İman, kişinin kendi ihtiyariyle akıl kapısından girer, kalbe (gönüle) yerleşir; nefsaniyet ve şeytaniyete açılan kapıdan çıkabilir. Ruh, şeytanın da tesiriyle hayvanî nefsin hükmü altına girer, aklını ve fikrini onun istekleri doğrultusunda kullanırsa; bu ruha "nefs-i emmâre" denilir. Bu durumunda devam ettiği müddetçe ruh günahlara dalarak tamamen paslanır, kirlenir ve neticede mühürlenir. O halde insanın ebedi saadeti için ruhunun nefsanî ve şeytanî kirlerden temizlenmesi gerekir: Muhakkak nefsini (ruhunu) kötülüklerden temizleyen kurtuluşa erdi. Onu kötülüklerle örtüp kirleten de zarar ve ziyana uğradı" (eş-Şems, 91/9-10).
İnsani ruh; iman ederek ibadet, zikr ve taat, günahlardan kaçınma, mücadelede ve riyazet ile temizlenmeye başlar. Temizlendiği vakit insan ruhunda, temizlik ve saflığına göre ahlaken yükselme, ilâhî marifetlerde ilerleme gibi bir takım iyi durumlar meydana gelir. Ruhun temizlenme mertebesinin ilki; yaptığı günahların fenalığını anlayıp bunları işlediğine pişman olma ve kendini kınama mertebesi olan "nefs-i levvâme" derecesidir. Bundan sonra, ruh, temizlenme ve Allah'a yaklaşmaya doğru sırasıyla şu mertebelere ulaşabilir: Nefs-i mülheme (nefs-i mülhime de denilir), nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye (râziye), nefs-i marziyye nefs-i kamile (nefs-i zekiyye veya nefs-i safiyye). Bunlardan nefs-i râdiye, insan ruhunun temizlenmeye başladığı andan itibaren kazandığı sıfat ve durumların dördüncüsüdür. Bu mertebeye "rıza makamı" da denilir. Nefs-i râzıye; Allah için ibadet ve zikir ve taat ile meşgul olarak dünyaya hiç gönül vermeyen, nefs-i hayvani'nin arzu ve isteklerinden tamamen vazgeçen, Allah'ın sevgi ve rızası dışında bütün arzu ve isteklerini terkeden kâmil kimsenin ruhudur. Bu makama gelen ruhta kazaya rıza esastır. Böyle bir kimse Allah Teâlâ'nın iradesine kayıtsız ve şartsız teslim olur. Allah'tan gelen her musibet ve nimet karşısında aynı derecede memnun ve razı olur. Bu mertebede insan ruhuna, bütün hallerinde kemal-i rıza ile muttasıf olduğu için, nefs-i râdiye denilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ bu nefs-i natıkaya "Ey güvenceye kavuşmuş nefis! Razı olmuş ve (Allah tarafından) razı ve hoşnud olunmuş olarak Rabbi'ne dön" (el-Fecr, 89/27-28) sözüyle hitab etmiştir. Cenab-ı Hakk'ın nefs-i râdiye'ye bu hitabı ya bedeninden ayrıldığı (ölümü) zaman, ya ba's zamanında veyahud da ahirette hesabının tamamlanmasından sonra olacaktır, denilmiştir. Kur'an'da bildirilen nefs-i râdiye için bu hitab, bu üç zamana da şamil olur. Bir kısım müfessirler; imanda kemale ermiş nefs-i mutmainne'ye dünyada Cenab-ı Hakk'ın bu hitabının doğrudan doğruya meydana geldiği kanaatine varmışlardır. Bu takdirde "dönmek" emri, ihtiyar ve istekle bütün işlerinde gönül verip razı olarak Allah Teâlâ'ya ve O'nun emir ve takdirine dönme emridir. Sıkıntı, musibet, genişlik ve sevinç hallerinde kaza ve kadere rıza ve bu suretle bu imtihan âleminde çeşitli zorluklara güzel ve büyük bir metanetle göğüs germek nefs-i mutmainne'nin kemal mertebesi olan nefs-i râziye'nin hasletidir. Ve marzıyye (Allah katında makbul ve O'nun hoşnutluğuna ermiş olmak) da bunun arkasından gelir.
Ruhun bu râdiye mertebesi ve makamı ancak zevk ile bilinir; tatmayan bilmez.
Râdiye makamına yükselmiş olan insanî nefse ikram edilen sıfatlar; vera' (şüpheli şeyleri terketmek), ihlâs, muhabbet, üns, huzur (muhadara), keşif ve keramettir. Nefs-i râdiye, Allah'tan ve O'nun rızasına erdirecek olanlardan başkasını terkettiği gibi, hatta masivayı (Allah'tan başkasını) dahi unutur. Radiye mertebesinde olan kâmil kişi Cemal-i Mutlak'ın şuhûdunda müstağrak olur. Âlemde başına her ne gelirse, onu gönül hoşluğuyla kabul edip zevkini alır. Bu durumlarında bile halka nasihatta, emr-i bil-ma'rûf ve nehy anil-münkerde bulunur. Böylece halkı irşad etmekten geri durmaz. Sohbetinde bulunan onun sözlerinden istifade eder. Bu makamın sehibi huzur-ı Hakk ile edeb deryasına dalar. Duası Allah katında reddolunmaz. Fakat edeb ve hayası galib geldiğinden, zorunlu kalmadıkça kendisi için bir şey taleb edemez.
Nefs-i râdiye mertebesine gelmiş kâmil kişi Allah katında aziz ve mükerremdir. İnsanlar ona saygı gösterirler. Halkın ona saygısı cebrî ve kahrîdir. Onu sayanların çoğu, ona niçin ve ne sebeble saygı gösterdiklerini bilmezler. Böyle bir zat, asla zalimlere boyun eğmez ve onları sevmez; zalimlerin zulümlerinden de selamet bulur. Eğer fakir olup da kendisine yardım ederlerse, yardım edenler bile onu Rabbiyle meşgul olmaktan alıkoyamazlar. Bu makamda bulunan kâmil, daha çok Allah'ın "Hayy" ism-i şerifini söylemekle meşgul olur, bu isimle fenası zail olur; "Hayy" ile beka bulur ve "mardiyye" makamına yükselir. Allah Teâlâ'nın esma ve sıfatlarının tecellisine mazhar olur. Böylece ilmel-yakinden aynel-yakin mertebesine ve mardiyye makamına gelir. Ve buradan nefs-i kâmile makamına yükselir ve kendisinde Hakkal-yakin hasıl olur. Hak yoluna giren bu kâmil, asla yanlış bir itikada sapmadığı gibi, bütün hallerinde ahkâm'ı şer'iyye'yi kendi nefsinde icra etmekten zerre kadar ayrılmaz.
(İbrahim Hakkı, Marifetnâme, İstanbul 1310, s. 491-493; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhul-Beyan, ilgili ayetler. Şeyh Abdul-Hadi, Kitab-ü babil-Fütûh li-ma'rifet-i Ahvâli'r-Ruh. Mısır, Matbaatül-Hayriyye; Mehmed Ali Aynî, Tasavvuf Tarihi, el-Hacc Mehmed Nuri Şemsüddin en-Nakışibendi, Miftahul-Kulûb). (Muhiddin Bağçeci)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder